CHP Sözcüsü Yücel: Siyasetteki diyalog zeminini oluşturan Özgür Özel olmuştur

CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK), saat 14.20’de, Genel Başkan Özür Özel başkanlığında toplandı. CHP Sözcüsü Deniz Yücel, MYK gündemine ilişkin basın toplantısı yaptı.

“DENİZ, YUSUF VE HÜSEYİN ÖLÜMSÜZLEŞTİ”

Yücel, şunları söyledi:

* “Onlar, kısacık ömürlerini ‘tam bağımsız Türkiye’ idealine adayan üç fidan… Onlar kimsenin ezilmediği, herkesin insan onuruna yaraşır bir hayat sürdüğü bir Türkiye hayaliyle emperyalizme karşı tam bağımsız bir Türkiye kurmak için mücadele ettiler. 6. Filo’ya karşı birileri secdeye dururken onlar dimdik durdular ve bu milletin onurunu korudular. Ve Deniz, ‘Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’ne önderlik etti. En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim. 

* Deniz Gezmiş, onun en güzel 100 metresini koştu. Atila İlhan’ın dediği gibi onlar, ‘Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı.’ Üç fidanın kalemini kıranlar tarih sahnesinden silindi ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin ölümsüzleşti. Onlar gibi vatan yolunda can veren gençler, halkın kalbinde hep farklı bir yer tuttu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı aramızdan ayrılışlarının 52’nci yıl dönümünde saygıyla ve özlemle anıyorum.

* AKP, iktidarda kalmalarının tek yolunun eğitim seviyesinin düşmesine bağlı olduğunu biliyor. İşte bu sebeple eğitim sistemine bilinçli ve sistematik bir şekilde zarar veriyorlar. Bu amaç uğruna bakanlar değişiyor, ucube projeler uyduruluyor, eğitimle alakası olmayan vakıf adı altındaki oluşumlarla protokoller imzalanıyor. ‘Türkiye Yüzyılı Maarif bilmem nesi’ adıyla yapılmaya çalışılan müfredat değişikliğiyle Türk milli eğitim sistemi, bilimin ışığında laik, çağdaş eğitimden hızla uzaklaştırılıyor. Şimdi de bu bozuk düzene sessiz kalamadığı için istifa eden onurlu bir öğretmenimiz sayesinde, hayalet öğrenci gerçeğiyle tanıştık. Okulda kayıtlı olan ama derse gelmeyen hayalet öğrenciler… 

* 12. sınıflar sınav kaygısı nedeniyle okula gelmek istemiyorlar. Bir nebze haklılık payları da var. Çünkü okulun uyguladığı müfredatla sınavda sorulan sorular uyuşmuyor. Okulda öğretilenler sınavda sorulmuyor. Sınav odaklı son sınıf öğrencilerine başka çare bırakmayan, eğitim sistemindeki bozulmuşluğun ve çürümüşlüğün, bu bozuk düzenin mimarı AKP iktidarına sesleniyoruz: Katlettiğiniz eğitim sistemiyle geleceği kararan evlatlarımızın vebali sizin boynunuzda. Hayalet öğrenciler dediğimiz, pratikte okula gelmeyen evlatlarımızın vebali sizin boynunuzda. 

“SENİN MAARİF MODELİN SARIKLILAR, CÜBBELİLER, TARİKAT LİDERLERİ”

* Sınav sistemiyle bağdaşmayan müfredat nedeniyle okula gelmeyen öğrencilerin yanı sıra bir de ilkokul düzeyindeki hayalet öğrencilerimiz var. Yusuf Tekin’in başında bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) o kadar yozlaştı, o kadar yobazlaştı ve laçkalaştı ki ilkokul çağındaki bir kız çocuğunun okulda kayıtlı olduğu halde okula gelmeyişini, sadece sınav zamanlarında sakallı, cübbeli adamlarca okula getirilip özel odalarda sınavlara sokulduğu iddia ediliyor. Milli eğitim sistemimizi, küçücük yavrularımızın körpe zihinlerini ve geleceklerini, AKP’nin ve Yusuf Tekin’in tarikatları STK olarak gören zihniyetine ve ideolojik sapkınlıklarına kurban etmeyeceğiz. 

* Onlar bu ülkenin umudu. Onlar Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği, Cumhuriyeti koruyacak, kollayacak ve yüceltecek olanlardır. Onları sizin karanlık, yobaz, cemaat ve tarikatlara esir olmuş zihniyetinize asla ve asla kurban etmeyeceğiz. Hayalet öğrenci nedir, neden okula gelmiyorlar, sayıları ne kadar? Bunların hepsini tek tek ortaya çıkaracağız ve sen o koltukta daha fazla oturamayacaksın Yusuf Tekin. ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adı altındaki garabet, senin laik Cumhuriyete ve eğitim sistemine karşı yaptığın bir darbe girişimidir. Biz senin maarif modelini çok iyi biliyoruz. Senin maarif modelin sarıklılar, cübbeliler ve tarikat liderleri.

“GEÇİNMEK, HAYATTA KALMA MÜCADELESİNE DÖNÜŞTÜ”

* Güzel ülkemizin doğal güzellikleri, bereketli toprakları, tarım imkanları, her ne kadar AKP hükümetleri sata sata bitiremese de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurdurduğu genç Cumhuriyeti kalkındıran sanayisi, birçok alanda iyi yetişmiş insan kaynağı, bu topraklarda yaşayan 85 milyona ekonomik refah sağlayabilecek tarihi ve kültürel birikimi ve zenginliği var. Üç tarafı denizlerle çevrili… Buna rağmen Türkiye, varlık içinde yokluk çeken bir ülke konumunda. İktidar, elinde topladığı gücü ülkenin gelişimine, yoksulluğa ve hayat pahalılığına son verip ekonomik refahın tesis edilmesine değil; bir avuç insanın daha da zenginleşmesine ve ne pahasına olursa olsun kendi iktidarını sürdürmek için kullanıyor. AKP iktidarları döneminin bitmek bilmeyen kâbussa enflasyon canavarı… 

* Ne bakanlar eskitti ne merkez bankası başkanları görevden aldırttı. Yine de enflasyonu kimse bitiremedi. Sadece tek bir şey enflasyonu düşürüyor bu ülkede. O da memur ve işçi zamları. Zamların belirlenmesinden bir ay önce ve belirlendiği aylarda, bu düşmek bilmeyen enflasyon hükümetin talimatıyla bilinçli bir şekilde düşürülüyor. Olan yine vatandaşın kuşa dönen maaşlarına oluyor. Artık geçinmek, bir yaşam savaşına dönüştü. Artık geçinmek, insanca yaşamak değil; hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Hiç kimse emeklilik hayali kuramıyor, yazın yapılacak tatilin hayalini kurmak artık lüks. Yatırım yapmak, kira ödemek, faturalar ve gıda dışında harcama yapmak imkânsız.

“TÜRKİYE’DE GIDA ENFLASYONU OECD ORTALAMASININ 10 KATI”

* Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), nisan ayı gıda fiyatları endeksinin geçen yıla göre yüzde 7,4 gerilediğini açıklıyor. Geçmişte kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesi olan Türkiye’de gıda enflasyonu, OECD ortalamasının 10 katına fırlamış durumda. Yanlış tarım politikaları, üreticiyi, çiftçiyi ve tüketiciyi mağdur etti. Üretim planlaması yok. Arz-talep dengesi gözetilmiyor. Hangi ürünün, nerede ve ne kadar ekileceği planlanmıyor. Ürünlerin ne kadarı iç tüketime, ne kadarı ihracata gidiyor? Cevabı olmayan sorular, tarım politikamızın başarısızlığını açıkça gözler önüne seriyor. AKP’nin liyakatsiz kadrolarıyla bundan daha iyisi zaten mümkün değil. 

* Tarlada kalan domates, depoda bekleyen patates; tarladan market raflarına gidene kadar fiyatı yüzde 200-300 artan meyve ve sebzeler… Sadece bununla da kalmıyor, girdi maliyetleri o kadar yüksek ki artık çiftçimiz, ‘Üretmeyince daha karlı oluyorum’ diyor. Tohumdan gübreye, yemden tarım ilaçlarına kadar hepsi ithal. Çiftçi bunları alsa, ektiği ürettiği mahsulü satacağının garantisi yok. Devletin ‘Tarlanda kalan ürünü ben alacağım’ dediği de yok, çiftçiyi destekleyen bir tutum sergilemiyor. Tarım sektöründe büyük bir öneme sahip olan devlet kurumlarımız var ama siyasi müdahalelerle, liyakatsiz atamalarla onlar da artık âtıl konuma getirildi.

“HÜKÜMETİN DERLİ TOPLU ENFLASYONLA MÜCADELESİ YOK”

* Sonuç: Toprak Mahsulleri Ofisi, Et ve Süt Kurumu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlayamıyor. Bakın, nisan ayında gıda enflasyonu yıllık yüzde 68 buçuk oldu. Nisan ayı enflasyonu ise yıllık yüzde 69,80 oldu. Peki bu enflasyon verilerini kim açıklıyor: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK).TÜİK’in açıkladığı veriler, gerçeklerin yanından bile geçmiyor. İstanbul Ticaret Odası Nisan ayı verilerine göre giyim grubundaki enflasyon yüzde 23,85 TÜİK’e göre bu oran % 4,58… TÜİK, aradaki 5 kattan fazla olan farkı açıklamak zorunda. Yine İstanbul Ticaret Odası’nın nisan ayı verilerine göre gıda grubundaki enflasyon yüzde 4,84. TÜİK’in açıklamasında bu oran yüzde 2,78. TÜİK, madde sepetindeki verileri açıklamaktan kaçındıkça, açıkladığı veriler gerçeklerle çeliştikçe inandırıcılığını kaybediyor. 

* DİSK’in bu konuda açmış olduğu ve kazandığı bir dava ve mahkeme kararı olmasına rağmen TÜİK’in ısrarla bu verileri açıklamıyor olması, gerçeklerin üzerini örtmeye çalıştığını çok net bir şekilde gösteriyor.  OECD ülkelerinin gıda enflasyonu ortalaması yüzde 6,7. Bizim ülkemizde yıllık yüzde 68,5. Türkiye, OECD ülkeleri içinde en yüksek gıda enflasyonuna sahip olan ülke. Bu durum, kimi gıda ürünlerinin fiyatlarındaki yükselişin önüne geçilmesi için ihracat kısıtlamaları getirilmesine yol açıyor. Bilindiği gibi en son olarak 6 ayda fiyatları neredeyse 2 katına çıkan tavuk ürünlerinin ihracatına da kısıtlama getirildi. Ticaret Bakanlığı’nın kararına göre, yıl sonuna kadar aylık bazda azami 10 bin ton, toplamda ise 80 bin ton ihracata izin verilecek. Bunun üzerinde tavuk eti ihracatı yapılamayacak. 

* Hal böyleyken yüksek enflasyon da bize, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimindeki becerisini düşündürüyor. Çünkü hükümetin derli toplu bir enflasyonla mücadele politikası yok. Hükümet, enflasyonla mücadeleyi Merkez Bankası başkanı değiştirmek zannediyor. Hatalarına bir sorumlu, kötü gidişata sebep bir düşman yaratıyor, oyuncu değiştirir gibi birileri gidiyor, yenileri geliyor ama kimse oyun kuramıyor. Sayın Şimşek göreve neden gelmişti? Merkez Bankası faiz artışlarıyla talebi kısacaktı, yabancı yatırımcıdan sıcak para gelecekti, böylece enflasyonla mücadele gerçekleşecekti. Ama olmadı.

 “KAMU KURUM VE KURULUŞLARI TASARRUF ETMİYOR”

* Geçtiğimiz günlerde Almanya’da katıldığı Türk Alman Ekonomi gününde konuşan Bakan Mehmet Şimşek, ‘Türkiye’nin enflasyonu maalesef oldukça yüksek’ dedi. Enflasyonun düşürülmesinden ve ekonomiden sorumlu bir bakanın başka bir ülkede, Türkiye’nin ekonomisiyle ilgili üzüntülerini ifade etmesi, ‘ah vah’ edebiyatı yapması en hafif deyimiyle acizliktir.  Bakan durum tespiti yapmaz. Bakan çözüm üretir. Çünkü o, sorunu çözmesi için görevlendirilmiştir. Çünkü o, sorunu çözmesi için maaş almaktadır. Enflasyonu düşürmek üzere yola çıkan ve başında Mehmet Şimşek’in bulunduğu ekonomi yönetimi, göreve geldikten sonra enflasyon 30 puan arttı. Faizleri 6 kat arttırmalarına rağmen enflasyon 2 kat arttı. Türkiye, ihracata dayalı bir ekonomi programı uyguladığını iddia ederken bazı ürünlere ihracat kısıtlaması getirilmesi, yaptıkları işin ne kadar tutarsız olduğunu bir kez daha gösteriyor. 

* Türkiye’nin ekonomide düze çıkması ve her alandaki fiyat artışlarının ve hayat pahalılığının kontrol altına alınması, en basit ifadesiyle ihracatı kısarak değil; ekonomiyi arttırarak mümkündür.  Bir de Bakanın şu meşhur tasarruf çağrıları var, kimsenin kendisini dikkate aldığı yok. Sayın Bakan ‘kamuda tasarruf’ dedikçe her gün bir başka bakanlığın israfı gözler önüne seriliyor. Kamu kurum ve kuruluşları hiçbir şekilde tasarruf etmiyor. Cumhurbaşkanı, 13 özel uçağının birinden bile tasarruf etmiyorsa, yazlık-kışlık saraylardan, arkasındaki 300 korumadan tasarruf etmiyorsa kamu kurum ve kuruluşları da tabii ki tasarruf yapmaz. AKP İktidarında ‘İsraf bütçesi’, ‘İsraf Ekonomisi’ diye kavramlarla tanıştık.

“KEMER SIKMA DÖNEMİ ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR”

* Nisan ayı enflasyon verileri, gelecek aylarda farklı kalemlere zam geleceğinin de habercisi… Ekonomistler uyarıyor. Benzin ve motorindeki artışsa sırasıyla yüzde 98 ve yüzde 102. Elektriğe ciddi bir zam yapılması bekleniyor. Seçim jesti yapılan doğal gaz indirimlerini dahi enflasyonu düşürmek için kullanıyorlar. ‘Elektrik ve doğal gazda biriken zam stresi’ diye bas bas bağırıyorlar. Neden böyle olduğuna bakacak olursak iki seçim arasına denk gelen ekonomi programında aslında istedikleri şiddette bir program uygulayamadılar. Kemer sıkma dönemi asıl şimdi başlıyor. Kendi enflasyon hedefini dahi tutturamayan hükümetin aldığı yanlış ekonomik kararlar devam ettikçe, cari açık ve dış açık yerinde durduğu müddetçe halk bedel ödemeye ve enflasyon da artmaya devam edecek.

“ASGARİ ÜCRETE 3 AYDA BİR ZAM YAPILMALI”

* Ekonomide durum böyleyken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, hiç utanıp sıkılmadan asgari ücrete temmuzda zam yapılmayacağını açıkladı. Peki kendisine soruyoruz: Nisan ayı açlık sınırı 17 bin 725 lira oldu, haberiniz var mı? ‘Ekonomi bir denge işidir’ diye can hıraş savunuyorsunuz, bir tarafta açlık sınırının altındaki asgari ücretli, bir tarafta neredeyse açlık sınırının yarısı kadar aylık alan emekli, bir tarafta da lüks ve şatafat içinde 1 değil 3 değil 5 makam aracı yetmeyince 6’ncıyı alan yöneticiler… 

* Şimdi soruyoruz: Bu tabloda “denge” nerde? 4 ayda açlık sınırının altına düşen asgari ücrete yapılacak zam mı bozuyor dengeyi? Ya da en düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesine çekilmesi mi? Buradan uyarıyoruz: Asgari ücretteki erime görmezden gelinemez. Günden güne düşen alım gücü karşısında asgari ücretli kaderine terk edilemez. Ülkemizdeki ekonomik buhran tablosunda, asgari ücrete sadece bir defa zam yapmak vicdansızlıktır. CHP olarak kanun teklifimizi sunduk. Asgari ücrete 3 ayda bir zam yapılmalı, en düşük emekli maaşı da asgari ücrete endekslenmelidir.

* Bu ülkenin en önemli sorunlarından biri de hukuk tanımazlıktır. İktidar gücüyle sarhoş olanların hukuku kendi siyasi çıkarlarına göre şekillendirme çabalarını görüyoruz. Bakın, 12 Nisan’da Antalya’da hepimizi üzen bir teleferik faciası yaşadık. Başlatılan soruşturma kapsamında, Kepez Belediye Başkanımız Sayın Mesut Kocagöz hiçbir suçu, hukuken hiçbir sorumluluğu bulunmamasına karşın önce gözaltına alındı, sonra da tutuklandı. Oysa Mesut Kocagöz, teleferiği işleten ANET Genel Müdürlüğü’nden 28 Kasım 2023’te, yani olaydan tam 4 ay önce istifa etmişti. Bu kararın hukuki değil, siyasi bir karar olduğu daha ilk günden belliydi. İki gün önce açıklanan bilirkişi raporu da bu durumu bir kez daha ortaya koydu. 

* Bilirkişi raporundan okuyorum: ‘Olayın meydana geldiği gün boyunca teleferik otomasyon sisteminde çok sayıda düşük tork hatası oluşmasına rağmen hata kodunun nedenlerine dair inceleme yapılıp gerekli önlemler alınmadan sistemin çalıştırılmaya devam ettirildiği anlaşılmaktadır. Olaya yakın bir süreçte yolcuların uyarısıyla sistemin durdurulmasının akabinde gerekli kontroller yapılmadan sistemin tekrar çalıştırılması sonucu olay meydana gelmiş ve hemen sonrasında teleferik kontrol/kumanda sistemi elektriksel olarak tüm sistemi durdurmuştur. ANET Antalya İnş. Tur. San. ve Tic. A.Ş.’de Mesut Kocagöz’ün, 28 Kasım 2023 tarihine kadar ANET Genel Müdürü görevi yaptığı ve görevinden istifa ettiği, Mesut Kocagöz’ün kazanın olduğu 12.04.2024 tarihinde genel müdür ya da işveren sıfatı olmaması sebebiyle kazada sorumluluğunun olup olmadığının savcılıkça değerlendirilmesi gerektiği’ ifade edilmiştir. Kazada bir ihmal varsa bu ihmalin sorumlusu Mesut Kocagöz değildir. Mesut Kocagöz derhal serbest bırakılmalıdır.  Sırf CHP’den seçildi diye hukuken sorumluluğu olamayan birini, yargıya baskı yaparak tutuklayamazsınız. Seçimlerle kazanamadığınızı, hukuku alet ettiğiniz siyasi manevralarınızla cezalandıramazsınız.

“ANAYASA’YI TANIMAYAN ANLAYIŞLA ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ KONUŞMAK ÜZERE MASAYA OTURMAYIZ”

* Bir ülkenin toplumsal mutabakat metni olarak tanımlanan Anayasa’ya uyulmaması, o anayasayla kurulmuş Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarının uygulanmaması kabul edilemez. Çok uzağa gitmeye gerek yok. AYM kararına rağmen hükûmet, işçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamasını engellemek için her türlü yola başvurdu. Sokakları trafiğe kapatan polis, Saraçhane’de toplanan grupları Bozdoğan Su Kemeri önünde yola kurulan barikatla durdurdu. Barikatı aşmaya çalışan gruplara biber gazı ve plastik mermiyle müdahale edildi. Saraçhane’de bir polisin verdiği, ‘Basını süpürün’ talimatı, AKP iktidarının işçi haklarına, basın özgürlüğüne, toplanma ve yürüyüş haklarına karşı tutumunu ortaya koydu. 

* ‘Herkes önceden izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir’ diyen Anayasa’nın 34. maddesi ihlal edildi. Basın özgürlüğünü güvence altına 26 ve 28’nci maddeler de çiğnendi. Ne ilginçtir ki tam 42 bin polisle demokratik hakkını kullanmak isteyen işçileri karşı karşıya getiren, mevcut anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri yok sayan iktidar, şimdi yeni anayasa yapmak istiyor. Anayasayı tanımayan, AYM kararlarını yok sayan, uygulamayan bir anlayışla anayasa değişikliği konuşmak üzere masaya oturmayacağımızı daha önce ifade etmiştik.

* Bir başka önemli nokta da basın özgürlüğü. 1 Mayıs’ta İletişim Başkanı sıfatıyla konuşan, AKP’nin sansür, manipülasyon ve propaganda sorumlusu, önce CHP’nin aralarında olduğu demokrasi güçlerini hedef aldı. Montajlı seçim propagandasının mimarı da olan bu zatın açıklamalarını not ettik. Bu zat, 1 Mayıs İşçi Bayramı için ‘ideolojik saplantı’ diyen, bireylerin siyasi görüşlerinden ve aidiyetlerinden rahatsız olan biri. Ona göre herkes AKP’li, her basın mensubu da AKP trolü olmak zorunda. Üstelik bu zat Türk medyasına direktif veriyor. Kamu yayıncılığı yapması gereken TRT’yi AKP’nin borazanı haline getiriyor, Anadolu Ajansı’nın tarafsızlığını ortadan kaldırıyor. Bu zat, kutuplaştırıcı söylemleriyle Türkiye’ye; basın özgürlüğüne karşı tutumuyla de Türk medyasına büyük zarar veriyor. Biz CHP olarak basın özgürlüğüne gölge düşürecek her türlü müdahalenin karşısındayız. Bu vesile ile 3 Mayıs Basın özgürlüğü gününü kutluyor, sansürsüz, özgür basının demokrasinin vazgeçilmezi olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz.

“SİNAN ATEŞ İDDİANAMESİNİN İADE EDİLMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUZ”

* CHP, kalleşçe katledildiği günden bugüne Sinan Ateş davasının yakın takipçisi. 1 buçuk yılın sonunda iddianame tamamlandı. İddianameden anlıyoruz ki Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sinan Ateş’in öldürülmesine ilişkin soruşturmada olayın azmettiricilerine hiç kafa yormamış. Azmettiriciler bir yana, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in verdiği ifade dahi iddianamede yer almamış. Yanlış duymadınız, katledilen Sinan Ateş’e en yakın isim olan eşi Ayşe Ateş’in olayla ilgili ifadesine başvuruldu fakat ifadesi iddianamede yer almadı. İddianame adeta gerçekleri ortaya çıkarmak için değil, gizlemek için hazırlanmış. Bu suikastın Türk siyasi tarihine kara bir leke olarak geçmesine izin vermeyeceğiz. Siyasi ayağının da olduğunu bildiğimiz bu davada birilerinin kayırılmasını, korunmasını asla kabul etmiyoruz.

* Bu suikastın kayıtlara sırf faili meçhul olarak geçmesin diye birkaç ismin üstüne yıkılmasına ikna olmuyoruz. Sinan Ateş’in ailesinin acısının bir nebze olsun hafiflemesi adına, ülkede hukuk düzenine olan inancı kaybetmemek adına azmettiricilerinin ortaya çıkarılmasında ısrar ediyoruz. Bugün, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş ile Genel Merkezimizde bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede Sayın Ayşe Ateş, iddianameden ve yargı sürecinden memnun olmadığını, mutsuz olduğunu ve adaletin tecelli etmesi noktasında derin şüphelerinin bulunduğunu Genel Başkanımızla paylaştı. Olayın planlı ve organize bir eylem olması, olayın perde arkasındaki azmettiricilerinin, siyasi ayaklarının yeterince araştırılıp iddianamede sanık sıfatıyla yer almaması gibi eksiklikler ve çarpıklıklar nedeniyle iddianamenin iade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu suikastın tüm yönleriyle ortaya çıkarılıp sorumlularını cezalandırılması için Sayın Ayşe Ateş’e hukuki destek vereceğimizi ifade ettik. Ve Ayşe Ateş görüşmeden çok memnun ayrıldı.

“VERA BABASINA KAVUŞACAK”

* Dün Hıdrellezdi. İzmir’den Edirne’ye, Çanakkale’den Tekirdağ’a birçok yerde ateşler yakıldı, gül ağaçlarına dilekler asıldı. Haksız yere cezaevinde hapis yatan Tayfun Kahraman, hepimizi duygulandıran bir mesaj yazdı: ‘Dileğimi asacağım bir gül ağacım olmasa da darda kalanların darına yetişen Hızır ile denizlerin sultanı İlyas’ın buluştuğu günde hepimizin muratlarının gerçek olmasını diliyorum’ dedi. Biz de başta Tayfun Kahraman, Can Atalay, Çetin Doğan olmak üzere, tüm haksızlığa uğrayanların en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşmasını diliyoruz. Bu yolda tüm mücadelemizi sürdüreceğiz. Onların yanımıza geleceği günler yakındır. 2019’da, 2024’de, yerel seçimlerde ‘Memlekete bahar gelecek’ dedik, baharı hep birlikte getirdik. Bu baharın da adı ‘umut’ olacak. Vera babasına kavuşacak.

“AFETLE VE DEPREMLE MÜCADELE BAKANLIĞI KURULMASI ÖZEL TARAFINDAN ERDOĞAN’A ÖNERİLMİŞTİR”

* Geçen hafta, tüm basının yakından takip ettiği bir ziyaret vardı. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etti. Emekli maaşlarından, asgari ücrete, Gezi tutuklularından, tutuklu generallere, atanmayan öğretmenlere, ülkemizin, toplumun, demokrasimizin önemli sorunları olarak gördüğümüz gündem maddeleriyle ilgili görüşlerini paylaştı. Örneğin, her siyasi partinin birbirinden farklı bir beka sorunu tanımı vardır. Bizce deprem gerçeği, bu ülkenin bir beka sorunudur. 

* Uzmanlarca beklenen ‘Büyük İstanbul Depremi’ şayet hükümet ve yerel yönetimler bir arada bir önlem alınmadan gerçekleştiği takdirde milyonların öleceği, ekonominin çökeceği, sanayinin duracağı, tedarik zincirinin kopacağı büyük bir afete dönüşebilir. Bu konuda ivedi bir şekilde ‘Afetle ve Depremle Mücadele Bakanlığı’ kurulması, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel tarafından Sayın Cumhurbaşkanı’na önerilmiştir. Bakanlığın ismi önemli değil. Biz, ‘depreme dirençli kentler’ diyoruz. İsmi o mu olur, Depremle Mücadele Bakanlığı mı olur, Afetle Mücadele Bakanlığı mı, bir şekilde belirlenir. Böyle bir bakanlıkta Meclis’te grubu bulunan her siyasi partiden bir bakan yardımcısı atanması ve bu önemli meseleye hep birlikte siyasi çekişmeden uzak bir şekilde eğilinmesini önemsiyoruz.  

“SİYASETTE DİYALOG ZEMİNİN OLUŞTURAN ÖZGÜR ÖZEL OLMUŞTUR”

* Genel Başkanımızın yaptığı bu ziyaret, hiç şüphesiz ülkemiz demokrasisinde önemli bir kilometre taşıdır. Diyalog kurulmayan, karşıt fikirlerin medeni bir şekilde konuşulup tartışılmadığı siyaset anlayışı hiçbir zaman olumlu bir sonuç vermemiştir. Bu diyalogsuzluğun ağır sonuçlarını ve bedellerini de her zaman halkımız ve ülkemiz ödemiştir. İşte çok uzun yıllar sonra, siyasetteki diyalog zeminini oluşturan, bu olumlu zeminde de halkın gerçek gündemini ve sorunlarını dile getiren Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel olmuştur. Kamplaştıran, kutuplaştıran, zehirli bir dil kullanarak ötekileştiren, rakibine ağır eleştiriler yöneltmekten başka hiçbir şey yapmayan siyaset kurumu, sorunlara çözüm üretme noktasında halka hiçbir fayda sağlamaz. 

* Elbette eleştiri de olacaktır ağır eleştiri de olacaktır. Ancak toplumun sorunlarının çözülmesi noktasında iletişim, diyalog, istişare ve müzakere de demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Bu konuda Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel kendi adına, partimiz adına ve muhalefet adına üzerine düşen adımı atmıştır. Hatırlayacaksınız, biz CHP olarak, 31 Mart Yerel Seçimleri sürecinde de halkın gündemi olmayan ve suni gündemler yaratacak hiçbir sanal tartışmanın içinde olmadık. ‘partimizde yaşanan değişim süreci, zaman içinde daha iyi anlaşılacak ve bu değişim Türkiye’ye iyi gelecek’ demiştik.

“TÜRKİYE’NİN ENFLASYONU İVEDİ BİR ŞEKİLDE ÇÖZMEYE İHTİYACI  VAR”

* İşte bugün Türkiye’de siyasette diyalog zemininin oluşmasının da, siyasetteki paradigma değişikliğinin öncüsünün de; CHP olduğu görülmüştür. Çünkü hepimiz biliyoruz ki aynı yöntemleri uygulayarak farklı bir sonuca ulaşılamaz. Türkiye’nin normalleşmeye, demokratikleşmeye; enflasyon, hayat pahalılığı, emekli maaşları gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren sorunları ivedi bir şekilde çözmeye ihtiyacı var. Ve bu konuda CHP üzerine düşen her şeyi yapacaktır. Biz gücümüzü sandıktan aldık, sandıktan aldığımız güç, sandığın asıl kahramanı olan halkımıza hizmet olarak yansıyacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir